Kültürel rölativizm (Görecelilik), kültürleri kendi içinde değerlendirmek ve yargılamak gerektiği, kültürleri dışardan yargılanamayacağı düşüncesidir. Bu düşünce çerçevesinde dünyamızda var olan diğer kültürlere saygılı olmalı ve onları olduğu gibi kabullenmemiz gerekir. Hukuk da bu hususta her ülkenin kendi kültürlerine göre şekillenmektedir. Ancak bazı gerekliliklerden dolayı her hukuk sisteminin temel alması gereken bazı ilkeler ortaya çıkmış ve çeşitli uluslararası mecralarda çeşitli bildirgelerle dikte edilmiştir. Bu ilkelere Evrensel hukuk ilkeleri denmektedir. Evrensel hukuk ilkeleri ortak bir hukuk sistemi oluşturmamakta sadece hukuk sistemlerinin inşa edilmesi gereken temelleri belirtmektedir. Ancak yerel kültürlerdeki bazı uygulamalar evrensel hukuk ilkeleri ile çatışmaktadır. Buna örnek olarak Ruanda’daki soykırım verilebilir.
Ruanda, coğrafi keşifler sonrasında yaşanan sömürgecilik hareketinden etkilenmiştir. Ülkenin kaderi I. Dünya Savaşından sonra Belçika’nın idaresine verilmesiyle değişmiştir. Afrika siyasetinde yönetici ve yöneten unsurların birbirinden ayrılması prensibini uygulayan Belçikalılar bu politikayı Ruanda için kontrolün elde tutulmasının garantisi olarak gördüler ve bölgede bulunan azınlıktaki Tutsileri, Hutulara karşı desteklemek amacıyla ırka dayalı bazı ayrıcalıklar verdiler. Koloni güçlerine kolaylık olması amacıyla, herkese ırkını gösteren kimlikler dağıtıldı. Tutsi ve Hutuların aslında ortak olan dil-gelenek-etik geçmişleri ve kültürleri yok sayılarak, bir tür yapay ırksal ayrımcılığa başlandı. Böylece ayrımcılık dayatılarak bir kültür oluşturulmuş oldu. Oluşan bu kültür ayrıcalıklar tanınan Hutulara göre daha iyi koşullarda yaşayan Tutsilere karşı bir nefret uyandırdı. Bu nefret dışlanan Hutuların nesillerine de aktarıldı. Belçikalıların baştaki politikalarını değiştirerek Hutuları desteklemesiyle güç Hutulara geçti. Hutuların başa gelmesinden itibaren, oluşan nefret kültürünün izleri Tutsilere karşı gerçekleşen şiddet olaylarında görülmekte olsa bile en kanlısı, ülkede çıkan iç savaştan sonra kalıcı çözüm isteyen aşırı Hutuların 6 Nisan 1994 yılında başlattığı meşhur “Ruanda Soykırımı”dır. Bu soykırım, aslında aralarında görünüş olarak büyük fark olmayan, yıllarca aynı topraklarda yaşayan insanların, yapay olarak oluşturulan sonrada kendi kültürleri haline gelen ırk ayrımı kültürü sebebiyle düşman olmasından kaynaklanmaktadır. Güç sahibi olan Hutular acımasız ve insanlık dışı yöntemlerle Tutsileri katletmiştir. Sadece 100 gün içinde bölgede 800.000’e yakın Tutsi katledilmiştir.
Soykırımın Ruandalılar arasında gerçekleşen bir olay olması gerekçesiyle tüm dünya bu olaya sessiz kalmıştır hatta Fransa ve ABD BM’yi etkisiz kılmak adına diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Kültürel görecelilik evrensel hukuk ilkelerine üstün gelmiştir. Soykırımın sonlarına doğru Fransa müdahale etmeye karar vermiştir. Ancak Hutuları destekleyerek 200.000 insanın daha ölmesine neden olmuştur. Evrensel hukuk ilkelerinin ortaya çıktığı ve her daim savunulduğu bir ülke olan Fransa’nın, en temel hak olan yaşam hakkına aykırı olan bir hareketi desteklemesini ancak katı bir kültür rölativizm görüşüne sahip olmalarıyla mantık çerçevesinde açıklanabilmektedir. Kanaatimce, kültürel rölativizm sağlam temellere dayanan doğru bir kavramdır. Ancak bunu katı şekilde uygulamanın çok olumsuz etkileri olmaktadır. Bu yüzden evrensel hukuk ilkeleri ile bu kavram yumuşatılmalı ve bu ilkelerin ihlallerine izin verilmemelidir.
Güzel bir şekilde açıklanmış
Çok güzel kalemine sağlık
Kısa, öz ve bilgilendirici aynı zamanda ilgi çekici bir makale olmuş, teşekkürler.